Cuma akşamı Türkiye’ye indim. En son çalıştığım yer Bolu’ydu ve orada çok güzel arkadaşlıklar edinmiştim. Doğum öncesi hafta sonu Bolu’ya ziyarete gittim. Nasıl geçiyordu? Eh, içgüveysinden hallice işte diyordum. Beraber çalışmayı özlemiştim, aslında çalışmayı özlemiştim. Kısa hafta sonu gezmesinden sonra Pazar günü akşam saatlerinde İstanbul’a döndüm. Ablam sabahtan hastaneye yatmıştı. ‘Gelmene gerek yok, yarını bekliyoruz, yapacak bir şey yok’ deseler de, son akşamda ablam ve Murat’ı görmek istedim. İkisi de oldukça heyecanlıydı, normal nasıl olmasındı ki. Biraz sohbet ettik. Dünya hanımın anne karnındaki son videosunu çektik. Manzaramız özellikle harikaydı. Annemle babamın yaklaşık 50 sene kadar önce tanışmış olduğu yeşillik alana bakıyordu. Her şey çok güzel olacaktı, ben emindim de, ah o kaygı denen duygu yok mu? Onları uyumaları için bırakarak eve döndüm. Umarım güzel uyurlardı, malum uzun bir süre için bu son şanslarıydı. Kapıda bol bol uykusuz gece onları bekliyordu artık.
Ertesi sabah erkenden yine hastaneye geldim. Benden 1-2 saat sonra büyükanneler, dedeler de geldi. Saat 9.30 civarı ameliyathanedeydik. Ablamın oldum olası ameliyat korkusu vardı. ‘Ben yanında olacağım, merak etme’ derdim. ‘Evet ama yanımda olacaksın, yerimde değil’ derdi. Elimde olsa yerinde de olurdum, ama ancak yanında olabiliyordum. Uyuyana kadar elini bırakmadım. Sonunda minik Dünya’mız dünyaya gözlerini açmıştı. 2.900gr civarı, minik, bolca tüylü bir insan yavrusu… Hepimizin hayatını değiştirecekti. Tahmin ediyordum da, şimdi bakınca bu kadar etkili olacağını bilmiyordum. Ameliyat bitip ablam uyanınca, ilk sorduğu soru ‘iyi mi?’ olmuştu. İyiydi, çok güzel ve sağlıklı bir bebekti.
Doğumdan sonra Murat refakatçi olarak kalacaktı. Daha öncesinde çok sormuştum, istersen ben de kalayım diye. ‘Hallederiz sanırım ablanla, bakalım’ demişti. Özellikle yeni doğacak bir bebek sonrası ısrar etmek istememiştim. Belki de yeni doğmuş bebekleri ile çift olarak vakit geçirmek isterlerdi, onunla yalnız olmak isterlerdi. Tabi Murat’ın düşüncesi ilk bez değiştirme seansından sonra değişti. Minnaklı o kadar küçüktü ki, Murat yanlış bir şey yapacağından korkuyordu. ‘Baldi, sen kal bu akşam’ dedi. Ne demek, benim için zevkti. Çünkü bakılması gereken tek kişi Dünya Hanım değildi. Ablamın da ameliyat sonrası yürütülmesi gerekiyor, emzirmede desteklemek gerekiyordu. Emzirme denemeleri, saat başı yürüme seansları, bebeğin beslenmesi, alt değişimi derken zaten bir anda sabah oldu. O kadar güzel vakit geçirmiştik ki, buna mutlaka Dünya’nın halası da katılmalıydı. İkinci günümüz Murat için biraz daha kolay, ablam için biraz daha zor geçmişti. Murat bebek bakımına alışıyor, ama ablamın gaz sancısı artıyordu. Bu akşam Verda nöbetçiydi. Zaten doğum tarihini önceden belirlediğimiz için özellikle nöbet almıştı.
Doğumdan sonra bazı annelerde kaygı düzeyi çok yüksek olabiliyor. Acaba bu çocuğa bakmayı becerebilecek miyim? İyi bir anne olabilir miyim? Ya emziremezsem? Çocuk büyüyünce beni sevecek mi? gibi anlatılana bazen anlamsız gelebilen, ama yeni annenin özellikle sosyo-kültürel düzeyi yüksek annelerin kafasında inanılmaz sorular dolaşabiliyor. Tabii ki herkes kendi kriterlerince en iyiyi yapmaya çalışır. Kötü anne diye bir kavram çok nadir karşılaşılan istisnalar dışında olabileceğini düşünmüyorum. Anne ile bebek arasındaki bağ bizim de henüz mekanizmasını tam çözemediğimiz çok kuvvetli bir bağdır. Ablam tabii ki müthiş bir anne olacaktı, ama bunu ben söyleyince hiçbir şey değişmiyor, biraz daha soru işareti dolu gözlerle bana bakıyordu ablam. Ailede doktor olmak maalesef böyle bir şey. Bu konuda ne kadar tecrüben olursa olsun, acaba beni gaza getirmek için mi söylüyor diye bir şüphe kalıyor soranın içinde. Menekşe ile Murat kahve içmek için dışarı çıkmışlardı. Verda, ben ve ablam beraberdik. Benim aşağı yukarı söylediklerimi Verda’nın ağzından duymak ablamı biraz rahatlatmıştı. Tabii ki ablam iyi bir anne olacaktı, bunlar sadece kaygılardı, her doğum yapan anne bu kaygıları az veya çok taşırdı. Dünya çok şanslı bir bebekti, çok güzel bir aileye denk gelmişti. Doğduğun coğrafya kaderindir diye bir laf vardır, buna katılmakta beraber, coğrafyadan ziyade doğduğun aile kaderindir tanımlamasını daha doğru buluyorum. Sadece biraz desteğe ihtiyacı vardı ablamın. Hadi dedik, şimdi Dünyanın uydusu olalım. Yatağının etrafında hepimiz birkaç tur attıktan sonra, ameliyat sonrası ağrıdan dolayı oturup kalkmakta zorlanan ablam, yavrusunu kucaklayıp yatağına kendisi oturdu, biraz ona baktı. İşte anne ve bebek arasındaki bağ böyle bir şeydir. Kucağına alınca ağrısını, gaz sancısını falan unutmuştu çoktan. ‘Hadi’ dedi, ‘tekrar emzirmeyi deneyelim’.
Hala ile baba da geldikten sonra geceyi üçe böldük. Herkes 3 saat nöbet tutacaktı. En son asistanlık döneminde böyle nöbet tutmuştum. Bu akşam Menekşe de bizimleydi ve en son nöbet benimdi. Ben de Verda ile biraz vakit geçirip laflayacaktım. Biz de kendimize güzel bir kahve yaptık. Benim Almanya hikayelerim onun yandal eğitimini alışma süreci, 2 saat kadar lafladık. Ablamdan sonra moral motivasyonu düzeltilmesi gereken kişi bendim. Stajın ne kadar berbat gittiğini, hala Almancayı doğru düzgün konuşamadığımı anlattım durdum. Ayrıca, hele de ablamın doğumundan sonra aileyle bir arada Türkiye’de olmak varken, ben ne alaka başka bir ülkeye gitmiştim ki. Ne yetmemişti bana burada? Tatminsizlik miydi beni taaa Almanya’ya sürükleyen. Doğru bir yolda mıydım? Konu konuyu açıyor, anlatacaklarım bitmiyordu. Beni dinledi, dinledi, dinledi… Tabii ki benim kaygılarım da normaldi. Kendi doğduğum ülkede bir düzen kurduktan sonra başka bir ülkeye yerleşme kararı kolay değildi. Arabadan sonra bisiklete düş, Doktor hanım sıfatından sonra tekrar öğrenci ol, yeni dil öğren, bir de bunu 35’inden sonra yap… Her şey çok güzel olacaktı, ama işte ne zaman olacaktı?
Ertesi güne devam edebilmek için uyumamız gerekiyordu. Saat çoktan 2 olmuştu ve ben 5’te nöbeti devralacaktım. Yani aslında bu akşam ikimiz de nöbetçiydik. Nöbetçi doktor odasında tek kişilik bir yatak vardı ve benim uyuyacak başka yerim yoktu. Ailemize Dünya’mızı veren arkadaşım bir de benle yatağını paylaştı. Öncesinde uyardım,’ Verda ben şimdi ayakkabımı çıkaracağım ama tam 60 saattir ayağımdalar, kokudan sorumlu değilim, emin misin?’. ‘Gel sen gel, biz ne kokular duyduk😊’. 15 yaşlı ergenler gibi güldük, kıkırdadık, ne kadar olursa da o kadar uyuduk.
Sabah 5’te alarmım çaldı, ama ben biraz yorulmuştum sanırım, biraz gecikme ile 5.45’te nöbet yerime vardım. Anne uyuyor, bebek uyuyor, baba koltukta sızmış, Menekşe nöbetteydi. Çıktım, kahvaltı için bir şeyler aldım. Kahvaltı sonrası Menekşe eve döndü, biz de taburculuk hazırlıklarına başladık. Gitmeden Dünya’nın işitme testini de yaptırmamız gerekiyordu. Cerrahpaşa o zamanlar inşaat halindeydi. 6 senemi burada geçirmiş olmama rağmen ben bile işitme testinin yapıldığı yeri çok zor bulmuştum. Kucağımda Dünya o binadan bu binaya yürüdük. KBB daha aşağıda sahile daha yakındı. Cerrahpaşa üniversite hastanesi tek bir bina değildir. Farklı uzmanlık alanlarının farklı binaları bulunur, bazıları içeriden kestirmeler ile birbirine bağlıdır, bazıları tamamen ayrı bir binadır. Sonuç olarak gerçekten çok karışıktır. Ama sonunda testin yapıldığı yeri bulduk ve Dünya hanım hayattaki ilk testinden başarı ile geçti.
Tek bir şey kalmıştı gitmeden önce, Verda ile vedalaşmak. Ben Almanya’ya dönecektim ama yılbaşında kestaneli pilav sözü vererek, birkaç da fotoğraf çekerek ayrıldık. Aslında o fotoğrafların da hikayesi var ama yeri burası değil. Taburculuk için annem yardıma gelmişti. Ablam, murat ve annem yola çıktılar ve Dünya hanım ilk kıtalar arası yolculuğunu ananesinin kucağında tamamladı. Ben de arkadaşımla son bir kez laflayıp, milyon kez teşekkürler ederek ayrıldım Cerrahpaşa’dan. Cerrahpaşa benim ve babamın okulu olması haricinde hayatımızda daha da önem kazanmıştı. Teyzem de Cerrahpaşa’da doğum yapmıştı. Şimdi ablam da burada doğum yapmıştı. Burası ailemize çok güzel şeyler kazandırmıştı, mezunlar, yeni bireyler… Eski okulumu arabayla son kez turlayıp eve doğru yola çıktım.
Bir Cevap Yazın