ALMANCI YAZILIR ALAMANCI OKUNUR 9

Hayallerimin hastanesine görüşmeye gittim. Şef çok zarif ve güler yüzlü biriydi. İlk sorular kolaydı, ‘ne kadar zamandır buradasınız, ileride Almanya’da çalışmayı istiyor musunuz, daha önce nasıl hastanelerde çalıştınız, tecrübeleriniz neler?’ gibi cevapları açık ve net olan sorulardı. Cevaplanması çok zor bir soru vardı ki, o da ‘neden Almanya’ya geldiniz?’ idi.

Çünkü mesleğimi olması gerektiği gibi, hakkıyla icra edemiyordum. Canım Ülkem son yıllarda ciddi bir değişime girmiş ve ileri değil, geriye doğru gidiyordu fikrimce. Bakmakla yükümlü olduğum hasta sayısını iki misli hasta bakmam isteniyordu mesela. Hastanın aldığı sağlık hizmeti kalitesi düşüyordu günden güne. Ne hasta mutluydu bu sistemde ne de doktor. Hastalarla olması gereken düzgün bir hekim-hasta ilişkisi kuramıyorduk, çünkü bir hastaya maksimum ayırabildiğimiz süre 6 dakika kadardı. Mesleki tatminsizliklerin ötesinde toplumsal olarak yaşadığımız sıkıntılar vardı. Mesela her gün neredeyse bir kadın cinayeti işleniyordu Türkiye’de, kadın tacizcileri, tecavüzcüleri afla dışarı çıkıyor, ama düşünce suçluları içeride kalıyordu. Düşünmek ve fikrini beyan etmek suç olmamalıydı aslında ama öyleydi. Ben buraya geldikten sonra kadın haklarını savunan İstanbul sözleşmesine açıkça karşı olduğunu beyan eden başhekim yardımcıları, ‘üniversiteler fuhuş yuvasıdır’ diyen eğitim görevlileri peydah oldu. Örnekler saymakla bitmez. Peki bunlar bu şekilde söylenir miydi, söylenmezdi.

‘Sağlık sistemi hepten berbat, doktorlar hedef gösterilmiş durumda. Sağlıkçıları dövüyorlar, hatta öldürüyorlar, ama bunun cezası yok’… Diyebilir miydim? Hayır asla demezdim. Her ne kadar ekonomide, hukukta, eğitimde değişen yeni düzenlerimiz Avrupa tarafından gayet açık ve net bir şekilde fark edilse de bunları söyleyip zaten negatif olan bakış açısına bir yenisini ben eklemezdim. ‘Ülkemi çok seviyorum, Türkiye çok güzel bir ülke, ama maalesef kendimi orada özgür hissetmiyorum’ dedim. Mevzu anlaşılmıştı, hemen arkasına ‘Türkiye’ye seyahat edebiliyor musunuz?’ diye sormuştu. Sorduğu şey sığınma isteyip, istemediğimdi. Demek ki politik nedenlerle Almanya’ya sığınmacı olarak gelenler olduğunu biliyordu. Hayır, tabii ki sığınmacı değildim. Kendi isteğimle buraya gelmiş, sadece farklı bir ülkede yaşamayı denemek istemiştim. Tüm masraflarımı kendim karşılamış, Alman hükümetinden de destek almamıştım. Benim kendi tercihimdi Almanya’da yaşamak.

Tabii ki istediğim zaman Türkiye’ye gidip geliyordum. Sadece torpil yerine liyakatın olduğu, insanların hayatını kurtarırken öldürülme riskimin olmayacağı bir ülkede yaşamak istiyordum. Eleştirebilme hakkımın olmasını, bir şeyi beğenmediğimde ‘ben bunu beğenmedim’ diyerek fikrimi rahatça söyleyebilmek istiyordum.

İstediği kadar medeni olsun her ülkede taciz ve tecavüz vakaları vardır. Olur da başıma bir iş gelirse arkamdan kimse ‘canım o saatte sokakta ne işi vardı?’ demesin istiyordum. Diğer ülkelerin aksine bizdeki fark; suç tecavüzcünün değil, o saatte dışarıda olan kadın kişinindi. Bu detayları vermemekle beraber sadede ‘daha özgür bir ülkede yaşamak istiyorum’ dedim. Bu bile beni nasıl rahatsız etti… Ama doğruydu…

Görüşmem oldukça olumlu geçti, 30 Eylül’de başlangıç yapmak üzere 6 haftalık Hospitasyonu ayarlamıştım. Sabahtan öğlene kadar hastaneye, sonra da kursa gidecektim.

Her şey benim için çok mükemmeldi, ama Alex için süreç o kadar da mükemmel işlemiyordu. Saat 7’de hastaneye gitmem, sonrasında direk Almanca kursuna gitmem gerekiyordu. Evde 11 saat yalnız kalacaktı neredeyse ve bu duruma acil bir çözüm bulmam gerekiyordu. Henüz bahçeli bir evim yoktu ve onu böyle bir durumda küçücük bir evde hapsetmek istemiyordum. Gelecek günler için bir şekilde taviz vermemiz gerekiyordu ve benim eğitimim düzgün olmadan burada istediğimiz gibi bir hayat kuramayacaktık. Eylül ayında çok zor bir karar vermem gerekti. Ya burada sürekli Alex’e bir dog sitter bulacaktım, çünkü bu kadar uzun süre onu 30m kare evde tutmak haksızlıktı, ya da Türkiye’ye götürüp aileme teslim edecektim.

30 Eylül’de başlıyordu stajım, 19 Eylül’de Alex’le beraber Türkiye’ye gidecektik ve Alex bir süre ailemle kalacaktı. Ablamın doğumu da yaklaşıyordu, ben de sık sık gidip gelecektim zaten. Türkiye’ye gitmeden 1 hafta önce bir doktor arkadaşım vasıtasıyla, yaklaşık iki yıldır burada çalışan bir başka doktor arkadaşla tanışmıştım. Eşi ve çocuğuyla beraber gelmişler, artık düzenlerini kurmuşlardı. Bahçeli bir evleri ve bir de köpekleri vardı. ‘Keşke daha önce tanışsaydık, yine de Alex’i götürmek istemezsen biz bakımında sana yardımcı oluruz’ demişlerdi. Acaba son dakikada fikrimi değiştirse miydim? Henüz ehliyetim de arabam da yoktu. Teklif çok cazip gelse de ne Alex’i daha fazla sağdan sola sürüklemek, ne de bir başkasına yük olmak istiyordum. Gidecektik…

19 Eylül sabahı Alex’le son defa sabah yürüyüşüne çıktık ve sonra direkt havaalanına gittik. 8 aydır Türkiye’ye gitmemiştim. Ben de çok özlemiştim. Murat beni ve Alex’i havaalanında almaya geldi. Akşam evde bayram havası vardı. Annem sevdiğim yemekleri yapmış, herkes beni bekliyordu. Bu gidişim benim için çok yorucu ve yoğun geçti. 7 iş günü içinde 4 farklı şehirden FSP ve denklik başvurusu için gerekli belgeleri topladım. Bazı şehirlere kendim giderek, bazılarını telefon ve faks aracılığıyla hallettim. Çalıştığım hastanelerde çalıştığım süre boyunca yaptığım ameliyatlar, baktığım hastalar, hepsini yazılı olarak belgelendirdim. Bu arada Üniversite’den almam gereken evraklar ve asistanlık yaptığım hastaneden almam gereken evraklar da vardı. Bitmiyordu kısacası. İl sağlık müdürlüğündeyken, tabip odasıyla konuşuyor, üniversiteye gittiğimde Van’daki evraklarda problem çıkıyordu. İstanbul’da altımda araba olmasına rağmen 13 km yürüdüğümü biliyorum. Bir de tüm bu evrakların kaymakamlıkta apostillenmesi gerekiyor işler bir türlü yetişmiyordu. Sabah 8, akşam 5 mesaideydim. Akşamları da düzenlenmesi gereken evraklarla ilgili bitmeyen telefon konuşmaları yapıyordum. Daha önce aynı yollardan geçmiş bir iki kişinin verdiği tavsiyeler üzerine hazır gelmişken, hepsini halletmek istiyordum.

Bu arada ablam için de nerede doğum yapacağını seçmemiz gerekiyordu. Uzmanlığımı İstanbul’da yaptığım için İstanbul’un çeşitli hastanelerinde birçok arkadaşım çalışıyordu. Özelde mi olsa daha rahat ederdi acaba? Yoksa devlet hastanesi mi daha güvenli gelirdi. Ablam bu konuda tamamen yorumsuz kalıyor, seçimi bana bırakıyordu. Tam bu konuşmanın ertesi günü benim Cerrahpaşa’ya gitmem gerekiyordu. Aslında gitmişken asistanlıktan arkadaşım, daha sonra benim için arkadaştan da fazlası olan Verda ile de görüşecektim. Verda Cerrahpaşa’da Perinatoloji yan dal kazanmıştı ve yaklaşık 1 yıldır Cerrahpaşa’daydı. Sabah saatlerinde Cerrahpaşa’ya gittik ablamla beraber. Sevgili okulumun bazı bölümleri yıkılmış ve yeniden yapılıyordu. Bunu zaten biliyordum ama görmek beni gerçekten çok kötü etkilemişti. Günler gecelerce TUS’a çalıştığımız kütüphane binası yerle bir olmuştu. Binalarla beraber anılarımız da yerle bir oluyordu. Önünde oturduğumuz, son dakika sınavlara çalıştığımız çardak artık yoktu. Cerrahpaşa’nın bizim için önemi çok başkadır. Babam da Cerrahpaşa mezunuydu, okula kaydımı bir başka kampüste yaptıktan sonra, babam gel sana Cerrahpaşa’yı göstereyim demişti. Kayıt sonrası soluğu babamın eski, benim yeni okulumda almıştık. Babam her ne kadar tıp fakültesi yazmamı istemese de o gün bir çocuk gibi mutluydu. Bak burası temel bilimler, burası psikiyatri binası, burası nöroloji binası, cerrahi ve dahiliye aşağıda. Burası da annenle tanıştığımız yer… İkimizin ortak okulu olmasını haricinde Cerrahpaşa’nın bizim aile için başka bir önemli yeri vardı. Annem ve babam burada tanışmıştı. Daha doğrusu babam annemi burada tavlamıştı. Tam kadın doğum binasının önündeki yeşillik alanda. En azından buraya henüz dokunulmamıştı, 50 sene önce nasılsa, şimdi de aynen öyle duruyordu.

Ablamla öğrenci işlerinde yapılması gereken işleri hallettikten sonra Verda ile buluştuk. Öğlen güzel bir yemek yedikten sonra, konu geldi doğuma. Nerde, nasıl yapsaydım acaba? dememle Verda’dan net bir itiraz geldi. ‘Düşünüyor olman saçma, ille özel hastane istemiyorsanız, burada yapalım. Başka yer isterseniz bilemem ama, senin yeğenin, benim yeğenim demek. Ayrıca senin ablanı doğurtacak olmak, sizin kıymetlinizi size vermek bana gurur verir. Ben kendi kuzenimi de burada doğurttum. Ekibimiz harika ve aksi bir durumda her imkana sahibiz. Dediğim gibi özel istiyorsanız bilemem, size balonlu odalar bulamam, yataklar, kanepeler biraz eski ve kırık dökük olabilir, ama ekip sağlam, biliyorsun’ dedi. Her ne kadar karar biraz bana bırakılmış olsa da ablamın içine sinmesini istiyordum. İnsan hayatında bir, bilemedin iki kere doğururdu. Belki içinde bana söylemediği bir baby shower canavarı vardı. Benim bir şey dememe gerek kalmadan ablam ‘evet, burası benim içime sindi, yapalım burada’ dedi. Bundan sonra gebelik takiplerine de Verda devam edecekti ve doğumdan önce hekim- hasta ilişkisi geliştireceklerdi, bundan sonra benim aralarında işim yoktu. Ben telefonlarını birbirlerine verdim ve aradan çekildim. Şimdi bakıyorum, iyi ki de öyle olmuş…

Türkiye’de geçirdiğim bu 10 günde Bolu’daki arkadaşlarımı gördüm. Beni Almanya’da geçirdiğim 8 ayda hiç yalnız bırakmamışlar ve yanıltmamışlardı. 2 gün Bolu’daki işlerimi hallettikten sonra tekrar İstanbul, son evrak işleri. Bir akşam Verda ile rakı sofrası, bir akşam Aybike ve Miray’la yemek ve dönüş hazırlığı başladı.

Son gece eve geldiğimizde evde berbat bir koku vardı. Yıllardır eve asla çişini ve kakasını yapmamış olan Alex salonun ortasına bizim için harika bir paket bırakmıştı. Ailenin diğer üyeleri bunun bir tesadüf olduğunu söylese de Alex her şeyin farkındaydı bence ve ‘ederim böyle işin içine’ demişti. Aslında her ortama ayak uydururdu, ama son 8 ayda bu kadar düzeninin bozulması ve benim onu bırakıyor olmam sabrını biraz taşırmıştı sanırım. Köpekler düzen ister ve istediği düzeni maalesef ben ona verememiştim. Ama düzelecekti her şey…

Tam bir gurbetçi gibi valizime zeytin ve kemik suları konduktan sonra havaalanına gitmeye hazırdım ama Alex’ten ayrılmaya çok hazır değildim. O bensiz idare ederdi de ben onsuz idare eder miydim, valla çok emin değildim. Ne olursa olsun Almanya’daki tek sadık arkadaşımdı. Sarıldım çocuğumun boynuna, ‘merak etme ben sık sık geleceğim, ablamlar sana çok iyi bakacaklar, hem yakında kardeşim olacak, abi olacaksın artık’ dedim, ama beni pek dinlemedi, kafasını çevirip gitti. Söz ama her şey düzelince yine yanıma gelecekti. Pazar akşamı geç saatte Düsseldorf’taki evime vardım. İyi uyumalıydım, yarın benim için büyük gündü.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: