ALMANCI YAZILIR ALAMANCI OKUNUR 6

Evimi sonunda bulmuştum, ama kurs hala berbat gidiyordu. En azından sabit evimi bulduğum gibi yapmak istediğim bir şey vardı. Benden yaklaşık 600km uzakta olan amcamı, kuzenimi ve İstanbul’da at çiftliğinden tanıdığım Petra’yı ziyaret etmek istiyordum. Bu evsizlik ve belirsizlik süreci beni çok yormuş, bir hafta sonu için de olsa eskiden tanıdığım ve güvendiğim insanlarla vakit geçirmek istiyordum. Bu eyaleti seçme sebebim burada 20 yıllık arkadaşım ve iki de kuzenimin olmasıydı. Ama bunlara rağmen biraz yalnız kalmıştım. Arkadaşımın kendi uğraşması gereken sorunları vardı, anlıyordum. Kuzenlerim ile aramda ise ciddi bir kültür farkı vardı, bunu da anlıyordum. Aslında kızgınlığım sadece kendimeydi, şartlar her zaman değişebilir ve değişen şartları ön göremezsiniz, yine de ne olursa olsun üçüncü bir kişiye güvenmeden ve gereğinden fazla sorumluluk yüklemeden yapsaymışım planlarımı diyordum.

Cumartesi sabah erken saatte araba kiraladım, evden Alex’i aldım ve yolculuk başlıyordu. Öğleden sonra 3 gibi Petra’nın evine varmıştım. Bana Bavyera usulü Wurst hazırlamıştı, o bölgeye özel olan herşeyi tattırmak istiyordu. Kaldığım odaya ihtiyacım olur diye havlu, onların üstüne oldukça şık tadımlık çikolatalar koymuştu. Benim daha çocukken tanıştığım, ama şimdi 17 yaşında olan kızı Lina yeni öğrendiği Vietnam usülu bir çorba hazırlamıştı. Burada Petra’yla tanışma hikayemi de kısaca anlatmak isterim.

2012 yılında asistanlık yaparken at binme sevdasına yakalanmıştım. Biraz ders aldıktan sonra bu konuda daha ilerlemek ve at sahibi olmak istiyordum. İki alternatifim vardı, ya at alacaktım, ki bu beni maddi olarak çok zorlayacaktı, ya da klüp’ten sabit bir at kiralayacaktım. Her at maksimum iki kişiye kiralanıyordu, ben de Petra’nın kiralamış olduğu atı seçmiştim. Tabi ata binecek kişi sayısı artınca Petra saatlerimiz çakışır mı, derslerimiz aksar mı diye huzursuz olmuştu mutlaka, çünkü hem kendisi hem de büyük kızı Lina at biniyordu. Benim için hiç problem yok, öncelik her zaman çocukların, onların dersleri programları aksamasın yeter ki dememle çok rahatlamış ve biz güzel bir arkadaşlık kurmuştuk. Atına binmeden mutlaka atı kendi hazırlar, bazen kendi lonj yapar atımız Meto ile keyifli vakit geçirirdi. Meto o zamanlar şanslı bir attı diyebilirim. Her iki sahibi de onunla düzgün vakit geçiriyor, 20 yaşına gelmiş olan bir ata hak ettiği şekilde davranıyorduk. Bir süre sonra binicilikte ilerlememle beraber maliyeti ne olursa olsun at alma isteğimin önüne geçemedim ve yeni aldığım ata da istedikleri zaman, istedikleri gibi binebileceklerini söyledim. Petra yakın zamanda Almanya’ya dönecekti, ne zaman olacağı belli değildi, bu nedenle at sahibi olmak istemiyordu. Giderken satması ayrı bir dert, ayrılması bambaşka bir sorundu onun için. Ama kızının biniciliğini geliştirebilmesi için daha genç ve engel atlayan bir ata ihtiyacı vardı. Ben zaten çok nöbet tutuyordum, ne zaman isterlerse benim atıma da binebilirlerdi. Çocuklara da artık iki atımız var demiştik. Küçük kızı Fiona bana kendi çizdiği bir resim hediye etmişti. Ben, atımız Ocean, kelebekler ve bulutlar, o da at binmek istiyordu aslında ama biraz daha çekingendi ablasına göre, zaten o zamanlar en fazla 6 yaşındaydı. Hala o resmi saklarım, artık burada da sabit bir evim var, güzel bir çerçeve bulunca evin en güzel yerine de asacağım Fiona’nın bana yaptığı resmi. Önemli olan çocukların hayalleriydi bana göre, onlar hayal kırıklığına uğramamalıydı. Biniş öncesi ve sonrası yaptığımız sohbetlerde anlamıştım ki çok merhametli ve bir kadındı. Zaten insanı insan yapan nedir ki? Sevgi ve merhamet. Bana asla zarar gelmezdi.

7 yıl önce tanıştığım arkadaşım bütün akşam beni dinlemiş, yaşadıklarıma üzülmüştü. Ama artık herşey yolundaydı, sadece dil kursuna biraz daha odaklanmam gerekiyordu. Gece onun evinde konakladım. Alex’in de Petra’nın köpeği Lola ile keyfi yerindeydi. Ertesi sabah Petra güzel bir yerde kahvaltı için rezervasyon yaptırmıştı. Aslında bana Münih’i de gezdirmek istiyordu ama benim vaktim yoktu. ‘Aslında ben sadece sizi görmeye geldim, Münih’i gezmek de çok şart değil, hatta bence kahvaltıyı da evde yapabiliriz’ deyince, gülerek ‘merak etme kahvaltıyı ben ödeyeceğim, sen davetlisin’ demişti. Bu da tahmin edersiniz ki bir gece önce konuşulanların esprisiydi. Evde hep beraber müthiş bir kahvaltı hazırladık, bir Alman’ın evinde ince belli bardakta Türk çayımı da içtikten sonra ayrılık vakti gelmişti. Öğleden sonra amcamı ve yengemi ziyarete gitmiştim. Uzun uzun sohbet etmiş, sonrasında da yengemin yaptığı müthiş yemekleri yemiştik. Ah, o dolmalarrrr…

Kuzenim dönüş yolunda küçük bir şehirde oturuyordu, ama kendisi travmatoloji uzmanıydı ve acil ameliyatı çıktığı için onu göremedim. Bizim meslek böyledir, planları son dakikada iptal etmek zorunda kalırsınız. Ama olsun, yeşim abla da yakında Düsseldorf’a beni ziyarete gelecekti. Artık rahattım, kimsenin yanında kalmıyordum, kendi odam vardı, ne zaman isterse görüşürdük. Bu geçirdiğim hafta sonu bana ilaç gibi gelmişti. Benden uzaklardı, ama olsun, uzakta da olsa bir arkadaşımın ve aile üyelerinin burada olduklarını, bir ihtiyacım olduğunda yanımda olacaklarını biliyordum. Pazar gece geç saatte Düsseldorf’a vardım ve ertesi gün arabayı teslim ettim. 2 hafta sonra annem ve babam beni ziyarete geleceklerdi, bundan bir ay sonrasında ise lise arkadaşlarım Aybike ve Miray.

Almanya’da her sorun çözülüyor, yalnızlık hariç. Daha önce bahsettiğim gibi meslek gereği ben hep aileden uzak olmuştum, ama gurbet olayı insana kendini farklı hissettiriyormuş. Ve aynı ülke içinde ne kadar uzakta olsanız da alışılabiliyor, ama farklı ülkede yaşamaya çalışmak kendi içinde farklı hüzünler, özlemler getiriyormuş.

Bu arada mart ayında B1+ kursunu tekrar etmiştim ve sonunda Nisan ayında B2 seviyesine başlamıştım. Seviyem sözde B2 idi ama konuşmada A1-A2 seviyesindeydim hala. Dil benim için çok büyük bir problem olmaya devam ediyordu. Bu süre içinde Düsseldorf’taki arkadaşımla da konuşmuştuk birkaç defa. Bana ‘bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka ara, gerçi biliyorum sen her şeyi kendin halletmek istiyorsun, o yüzden sana çok müdahale etmek istemiyorum’ demişti. Demek ki onun gözünde çizdiğim profil buydu. Aslında çok yardıma ihtiyacım vardı, ama istediğim zaman beklediğim yardım gelmeyince, mevcut problemlerimi anlatmaktan vazgeçmiştim ben çoktan. Hiç önemli değildi, onun kendi hayatında yoluna koyması gereken sorunları vardı, yeter ki iyi olsun ve onların üstesinden gelsindi.

Annemlerin geleceği gün tavşan gibi zıplayarak havalimanına gittim. Onları aldım, içlerine sinsin diye her şey yolunda rolü yapıyordum ama her şey yolunda değildi. Annem ve babam da zaten bu rolü yemedi. Kursta çok mutsuzdum ve bu kursla ilerleyemeyeceğim de belliydi. Ama onların üzülmesini, benim mutsuz olduğumu görmelerini hiç istemiyordum. Kursta başarısız oldukça, daha da içime kapanmış, daha önceden kurduğum cümleleri bile kuramaz olmuştum. Gittiğimiz restoranlarda sipariş vermeye çekiniyor, bir mağazaya girdiğimizde ‘şunun fiyatı kaç?’ demeye utanıyordum. Elimden geldiğince çaktırmamaya çalıştım, ama ‘kimse beni istemiyor, kimse beni sevmiyor, ben zaten başarısızım’ diye bas bas bağıran ruh halimi annem ve babamdan saklayamıyordum. Şimdi bu ruh halini anlamsız bulsam da ülke değiştirmeye çalışan herkesin ortak bir sorunu olarak görüyorum. Herkes bunları az veya çok mutlaka yaşıyordu, sadece benim buraya gelişimden itibaren yaşadığım talihsizlikler ve gittiğim berbat kursun özgüvenimi daha da çökertmesi benim bu duyguları biraz daha derin yaşamama neden olmuştu.  Biliyordum ileride, uzak veya yakın her şey yoluna girecekti, sadece biraz zamana ihtiyacım vardı, kendimi bir kedi gibi yalaya yalaya iyileştirmem gerekiyordu. Bu noktada Alex’in bana verdiği destekten bahsetmeden geçemeyeceğim. Onun sayesinde ve nedeniyle her gün köpek parkına gidiyor, en azından oradaki insanlarla çat pat konuşuyordum. Kursta anlamadığım şeyleri not ediyor, fırsat buldukça diğer köpek sahiplerine soruyordum. Kısa zamanda beni de Alex’i de benimsemişlerdi. Alex popo koklama yöntemi ile arkadaş seçiyor, ben de o köpeklerin sahipleri ile sohbet ediyordum. Yani tuttuğum evi kendi yöntemiyle bulduğu gibi, yine kendi yöntemiyle bana arkadaş da seçiyordu…

Annem ve babamı havalimanına bıraktım, ayrılışımızı hiç unutmayacağım sanırım. Yine defalarca sarılmıştım, ama yetmemişti işte, başka ülkede yaşamak böyle bir şeydi…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: