TIP BAYRAMI

Çocukluğumun 14 Martlarını hatırlıyorum. Aylar öncesinden hazırlıklar başlar, terzilere gidilir, balo organizasyonunun düzenleneceği mekânlarda hummalı bir çalışma başlar, mönüler ayarlanırdı. Herkes sabırsızlıkla 14 Mart gecesini beklerdi, çünkü bir ekip olarak hep beraber sosyal bir ortamda bulunmak, bir yılı daha hayatlar kurtararak geçirdik demek ve daha iyiye daha güzele nasıl gidebiliriz diyerek bunun planlarını bir ekip olarak yapmak anlatılmaz bir keyif verirdi. O zamanlar çocuk olduğum için bana sadece herkesin eğlendiği, yemek yediği, benim ise dans pistinde disko ışıklarını yakalamaya çalıştığım bir toplantı olarak görünürdü. Aslında şimdi ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Zaman geçtikçe organizasyonlar küçülmeye, hatta hiç yapılmamaya başladı. Benim tıp fakültesine girdiğim yıllarda 14 Mart artık sadece telefonla kutlanan, kimsenin çok da üstünde durmadığı bir durmadığı bir güne dönüştü. Çok mu yorulup değersizleştirildik, yoksa biz mi ekip ruhumuzu kaybettik bilemiyorum.

Babamın beyaz önlüklü silueti, hastalarının babama saygısı, onun hayat kurtardığını görmesem de biliyor olmam beni tıp fakültesine yönlendirdi. Karar vermiştim doktor olacaktım, hatta cerrah olacaktım. Birçok arkadaşım gezip tozarken daha yüksek puanlar alıp iyi bir tıp fakültesine girebilmek için gece gündüz çalıştım. Emeğimin karşılığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanmaktı. Benden mutlusu yoktu çünkü iyi bir tıp fakültesini kazanmanın yanında babamın okulunda okuyacaktım. Aynı amfilerde ders görecek, belki oturduğu sıralarda oturacaktım. Aynı derslerden çakacak, aynı kütüphanede ders çalışacaktım. Bir bayrak devralacak ve en az onun kadar iyi bir hekim olmaya çalışacaktım. Fakülteye başladıktan sonra hani derler ya kapağı attık nasıl olsa biter diye, hiç de öyle olmadığını gördüm. Diğer fakülteleri kazanmış arkadaşlarıma ayak uyduramıyordum, çünkü mutlaka çalışmam gereken bir sınav, okumam gereken notlar, kaçırmamam gereken dersler vardı. 4 yıl üniversite okuyup, iş hayatına atılmış arkadaşlarım kendi paralarını kazanıp hayatlarını kurarken ben hâlâ öğrenciydim. Hastanede tutulan nöbetler, sınavlar devam ediyordu ve en kötüsü uzmanlık için TUS’a yani Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlanmak gerekiyordu. Türkiye’nin en zor akademik sınavı olma unvanını taşıyan TUS, öyle 1 – 2 ayda halledilebilecek bir şey değildi. En az 6 ay günde 12 – 14 saat çalışarak ancak barajı geçebileceğiniz bir sınavdı söz konusu olan. Ben de kapandım eve, uyku saatlerimi azalttım, kendi öz bakımımdan bile fedakârlık ederek hazırlandım. Çalışmamın meyvesini topladım ve hep hayal ettiğim gibi cerrahi bir branş kazandım.

doctor-2568481_960_720

Mesleğe başladığımda babamın zamanından beri mesleğin çok değiştiğini acıyla fark ettim. Kimse teşekkür etmiyordu, az önce ameliyathanede sırtınızdan terler damlayarak saatlerce yaptığınız ameliyat sonrası bir hayat kurtarıyordunuz belki, ama ameliyat sonrası hastanın ağrısının olması memnuniyetsizlik yaratıyordu. Saatlerce bir hastanın başında kalıp doğumunu yaptırdıktan sonra ama benim dikişim çok fazla oldu deniyordu. Ölmek üzere olan bir hasta acilin kapısından girdiğinde onu yeniden yaşama döndürmek için varınızı yoğunuzu ortaya koyuyordunuz ama doğum Allah’tan, ölüm doktordan deniyordu. Hastanelerde kapılar yumruklanıyor, cam pencere indiriliyordu. Ne yapmıştık ki acaba? Bu nefretin nedeni neydi? Ölüm de o kadar çabalarımıza rağmen Allah’tan olabilir miydi?

Doktorlar dövüldü, dövülerek öldürüldü, tehdit edildi. Hatta bazılarımız umutsuzluktan intihar etti. Hemşireler keza sözlü şiddete, fiziksel şiddete maruz kalıyordu. Biz mi ekip olmayı unuttuk, birbirimizi koruyamadık, yasalar mı bizi koruyamadı bilmiyorum ama geldiğimiz noktada bir sağlık çalışanının bir yılda en az bir kez şiddete maruz kalma oranı %49. Yani yarımız bir şekilde bir yerlerde ya dayak yiyor ya hakarete uğruyor. Yani bu doktor milletinin yarısı mı kötü? Sanmıyorum.

Babamın önlüklü hayali, uykusuz gecelerim, yapamadığım tatiller, TUS’a hazırlanmak için hayatımın 6 ayından vazgeçişim, okuduğum boyumca kitap yığınları gözlerimin önünde. Değdi mi yani Gökçe? Yine de ve hâlâ da değdi, değiyor. Sadece içimizde heyecanımız azalıyor, korumaya çalışıyoruz. Her sabah derin bir nefes alıp sabır çizgimizi bir tık daha artırıp, akşam eve bitkin bir şekilde dönüyoruz. Eskisi gibi teşekkür edilmiyor belki, biz de her geçen gün daha azı ile yetinmeyi öğreniyoruz. 14 Mart kapıda, kimsede ne bir heyecan ne de kutlayacak enerji var. Yine de diyorum kendi kendime bir gün düzelecek tüm bunlar ve hak edilen değeri göreceğiz. Sessizce işimizi yapmaya, birilerine nefes, can olmaya devam edeceğiz.

Tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutlar, %51’in içinde olabilmelerini dilerim.

TIP BAYRAMI’ için 2 yanıt

Add yours

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: