Biz 80-90 kuşağıyız. Melike Demirağ, Fikret Kızılok dinleyerek geçirdik ergenliğimizi, gençliğimizi. Zaman zaman küstük, darıldık, zaman zaman coştuk, sevdalandık. Tüm bunları en yakınımızda hissettiğimiz arkadaşlarımız ile paylaştık. Ben de o zamanki en yakın arkadaşımı anarak dünlerden bugünlere nasıl geldiğimizin, hangi yollardan geçtiğimizin hikâyesini anlatmak istiyorum.
Henüz 12 yaşında, şimdiki yıllar için büyük sayılacak fakat o zamanlar için küçük bir çocuktum. Sınavla okumaya hak kazandığım Anadolu lisesinin koridorlarında ben de herkes gibi sınıfımı bulmaya çalışıyordum. “Hazırlık B” yazan sınıfın kapısından girip dikkat çekmeden ve en ön sıra olmamasına dikkat ederek bir yere yerleştim. Sınıftaki diğer arkadaşlarım da kendilerine bir yerler bulma çabasında biraz bağırış çağırış yerleştiler. Zil çalması ile beraber öğretmenimiz geldi ve bizim kavga gürültü yaptığımız yerleşimi tamamen değiştirerek hepimizi malum boy sırasına göre uygun yerlere oturttu. Orta ikinci sıraya yerleştim ve hemen yanıma incecik bir kız daha geldi. O zamanlar öğretmene gerçek bir saygı vardı, yanında konuşmak ne haddimize, sadece birbirimizle bakışarak tanışma faslını erteledik. İlk bakışmamızla konuşmadan anlaşabildiğimizi hissetmiştik sanki. İsimler teferruattı.
Sıra arkadaşlığımızla beraber 4 yıl boyunca hayatımızı paylaştık. Küskünlüklerimiz, kızgınlıklarımız, mutluluklarımız, coşkularımız, kıskançlıklarımız hep iki kişilikti. İlk aşklarımızı paylaşmadık tabii ki ama ne hissettiysek beraber yaşadık J Kavga ettik bazı zamanlar ve ardından küstük birbirimize. Ama iki iyi arkadaş olmanın küskünlükleri çözme becerisi olduğunu öğrettik birbirimize. Kavga etmek ve çekip gitmek çok kolaydır, bu her yaş için geçerli bir durum. Ergen bir bireyken “ben niçin küstüm şimdi arkadaşıma, değer miydi, aslında hiç gerek yoktu” diyerek sıkıntının kökenine inip kendi duygularını anlatarak “benim niyetim seni üzmek değildi, sana çok değer veriyorum aslında, özür dilerim” demek, işte bu çocukken olgunluk gerektiren bir yaklaşımdır bence. Özür dilemenin bir özür sayıldığı toplumda 13-14 yaşlarında bir ergenin bunu becerebilmesi ayrı bir yetenektir bence.
Neyse gel zaman git zaman, hayat her zaman istendiği gibi yaşanmıyor. Lise yıllarında ayrılık vakti geldi çattı. Ben İstanbul’a gittim, arkadaşım ise Sinop’ta kaldı. Bahsettiğim yıllarda şimdilerde olduğu gibi daha ilkokul çağında cep telefonları girmemiş cebimize. İletişim için bence en güzel yöntem olan mektubu kullanıyoruz. Kâğıt kalem bulmak zor değil ama beklemek zor… Her gün, her şeyimi paylaştığım arkadaşıma bir sıkıntımdan bahsettiğimde en erken geri dönüş iki hafta sonra oluyor. Benim mektubun gidişi bir hafta, onunkinin bana gelişi bir hafta, daha o cevabını yazmadan ben yeni mektubumu yazmaya koyuluyorum. İletişim bu kadar hızlı olmasa da, hayatın şimdiki zamandan eksik kalır yanı yok. Malum dünya hala aynı hızla dönüp duruyor. Sadece o zamanki posta sistemi dünyanın ve bizim hızımıza yetişemiyor. Artık birer genç kız olma yolundayız ve belki birbirimize en çok ihtiyacımız olan dönemlerdeyiz, ama yokuz işte. Zamanla mektuplarında arkadaşımın yeni sıra arkadaşından, benden sonra edindiği diğer arkadaşlarından bahsetme sıklığının arttığını görüyorum. Kaygıya kapılıyorum. Biz en özeldik, artık değil miyiz, gibi korkular yaşıyorum, anlatamıyorum, anlatırsam onun kırılmasından korkuyorum. “Aslında beni burada bırakan sendin” demesinden korkuyorum, diyemiyorum. “Biz hâlâ en iyi arkadaşız değil mi?” diye soramıyorum çünkü bana “yok aslında öyleyiz” dese bile bakışında belki biraz da unutulduğumu görmekten korkuyorum çünkü biz bakışarak anlaşabiliyoruz.
Üniversite sınavlarının açıklanması kapıda, ikimiz de umutluyuz, sıkı çalıştık, iyi puanlar elde ettik. Sınavların açıklanmasıyla benim İstanbul’a, onun da Ankara’ya gideceği gerçeği ile karşılaşıyoruz. Hani hayalimiz olan üniversiteyi beraber okuyacaktık derken sevinsek mi, üzülsek mi bilemiyoruz. Sonrası ise klasik hikâye, ikimiz de zor bölümlerdeyiz, üniversitenin yoğunluğu, yeni arkadaşlar, yeni ortamlar, cezbedici kampüs hayatı… 1-2 yıl daha direniyoruz, sonrası tam bir kopuş…
Aradan yıllar geçiyor. Arada küskünlük, kızgınlık, fesatlık yok, hep aklımızdayız birbirimizin ama standart hayatta hep vardır ya, “şimdi çok da müsait değilim, daha geniş bir zamanda arayayım” ya da “ne zamandır aramadım valla artık yüzüm yok” söylemleri. Yok, ama bu işte bir şeyler ters, hani biz daha ergen yaşlarda birbirimizin yanlışlarını söyleyerek küskünlükleri giderebiliyorduk, hani biz tüm yaşıtlarımızdan daha olgunduk, hani bizim birbirimize verdiğimiz değer… Beni yanlış anlar mı, ne zamandır konuşmadık… En azından bu engeli kırarak aynı şehirde yaşamasak bile tekrar ortak paydada buluşmayı başardık…
3-4 sene daha yarıda kalıp da söyleyemediğimiz, aslında birbirimize anlatmak istediğimiz, “keşke burada olsaydın sen de” dediğimiz birçok yaşanmışlıkları ancak telefon aracılığıyla devam ettirebildik. Ve işte o gün geldi, aslında henüz ergen bile değil, bir çocukken karşılaştığım, beraber büyüdüğüm, karşılıklı etkileşim ile karakterimin oluşmasında katkısı olan arkadaşımla buluşacağım, aradan tam 12-13 yıl geçmiş. Buluşacağımız mekâna yürüyorum, adımlarım gittikçe hızlanıyor çünkü geçmişimden o kadar eminim ki gittiğimde ilk gördüğüm hali ne ise o sıra arkadaşımı bulacağım. Tahminlerim beni hiç yanıltmıyor, aynı yüz, aynı ifade, aynı güzel bakış, aynı dostluk. Aradan geçen yıllar belki bizi biraz eskitmiş, biraz kırışıklık serpiştirmiştir yüzümüze, azıcık kilo da almışızdır ama gördüm ki bizi hiç eskitememiş. Hatta yıllar bize çok şey eklemiş, aslında eskisinden bile daha güzeliz arkadaşım. İkimiz de aynı yıllar önce birbirimizin yüreğine dokunduğumuz, birbirimizin karakterini yoğurduğumuz gibi, olmak istediğimiz bireyler, güçlü kadınlar olmuşuz. O sıralardaki ürkek kızlar gitmiş de, aslında içinde yine aynı kalbi taşıyan, sadece görüntüsü değişmiş iki çok güzel yetişkin gelmiş yerine. Laf lafı açıyor, eskilerden konuşuluyor, yeniler anlatılıyor. Doy bakalım doyabilirsen, arada kapatılması gereken 12 yıl var ve yine tabii ki bekleyen sorumluluklar. Zaman yetmiyor, yetemez, ama bir sonraki buluşmaya kalıyor aklımızda kalıp da konuşamadıklarımız.
Hayatta ilerledikçe bazı insanlar hayatlarına yeni insanları katma derdinde olabilir ama benim hayata bakış açım eleme yönündedir. İnsan hayatı boyunca binlerce insanla tanışır, kimine az değer verir, kimine çok. Asıl önemli olan ise kimin ne kadar değeri hak ettiğidir. Ben bu zamana kadar arkadaş biriktirdim, şimdi ise ister istemez, zamanla, hayatın zorlukları, yaşam şartları, mesafeler nedeniyle birileri hayatımdan kayıp gidiyor. Ama gerçek arkadaşlıklar her daim baki kalıyor, zaman tanımıyor, en güzeli zalim zaman gerçekten kadim arkadaşlıkları eskitemiyor. Canım arkadaşım bizi de eskitemedi ve bundan sonra da yapabileceğini hiç düşünmüyorum. Seninle her daim genç kalarak; 10’lu yaşlar saflığıyla, 20’li yaşlar enerjisiyle, 30’lu yaşlar olgunluğuyla 40’lı yaşlara ilerlemek dileğiyle.
Çak 🙂
Bir Cevap Yazın